Günlük yaşamda psikologların sıkça karşılaştıkları bir soru vardır:
“Sen psikologsun anlarsın, sence ben normal miyim?”
Birçok psikolog arkadaş ortamında, akraba ortamında ya da yeni tanıştığı insanlarla bu diyaloğu defalarca kez yaşamıştır. Yaşamlarında bir şeylerin ters gittiğini fark eden insanlar ‘psikolojim bozuk’, ‘ben normal değilim’, ‘sorun bende mi acaba?’ gibi sorgulamalara girişirler. Bu bazen çok yakın bir arkadaşla yaşanan sorunlarla gelişir, bazen iş ortamında yaşanan sorunlarla, bazen de aile içi ilişkilerde.
Yaşamın akışı içinde ‘Ben normal miyim?’ sorusunu sorduran birçok olay yaşanabilir. İnsanlar, normal ve anormal arasındaki çizgiyi bazen gözlerinde öyle büyütürler ki ters giden olayların ardından kendilerine panikle bir tanı ararlar. Bunu asla kendileri bilmezmiş ve kendi yaşamlarının normal ve anormal sınırlarının hemen her konuda bir reçetesi varmış gibi psikologlara ya da sözüne güvendikleri insanlara dönerler. Oysa insanların normal’leri, kendi yaşadıkları hayatın içerisinde aranabilir.
İnsanlar toplumsal varlıklardır, belli bir topluma ve belli bir aileye doğarlar. Yaşam boyu kuracağı tüm ilişkilerin temelleri, doğumundan ölümüne birçok faktörle belirlenir ve şekillenir. Toplumsal yaşam içerisinde bir insanın ‘normal’ini, kendi ilişki ağları belirler.
Klinik psikologlar ve psikiyatrlar, görece ortaklaşma çabasıyla belli duygu, düşünce ve davranışların semptom olarak yer aldığı ve kimi bozukluklar altında kümelendiği davranış setleri oluşturmuşlardır. Kişi, psikoloğa geldiğinde yaşamındaki duygusal-düşünsel-davranışsal gözlemlerini aktardığında psikolog bunları ilintili davranış setleriyle karşılaştırıp belli bir çerçeve oluşturmaya çalışır. Fakat durum, bununla sınırlı değildir. Psikolog, beş davranışı yan yana getirip ona bir bozukluk ismi takarak o bozukluğu yaşayan tüm insanların birbirlerine benzer insanlar ya da sorunlarının birbirlerine benzer sorunlar olduğunu düşünmez. Ne demiştik? Bir insanın ‘normal’ini kendi ilişki ağları belirler.
Bir insanı günlerce yatağından çıkmak istememeye iten sebep, birisi için annesini kaybetmek olabilirken bir diğeri için sunum yaparken rezil olduğunu düşünmesi olabilir. Sunum yapıp rezil olduğunu düşünen bir başka insan da günlerce yataklara düşmeyebilir. Her insanın problemlerle baş etme gücü farklı düzeydedir. Dışarıdan bakıldığında çok garip davranışlar sergilediği düşünülen bir insanın, yaşamında birçok şey yolunda gidebilir. O halde burada garip olanı, yani normal olmayanı belirleyen nedir?
Arkadaşlarınıza bazen sadece duymak istediğinizi duyup onaylanmak bazen de gerçekten dert yakınmak için ‘ben normal miyim?’ diye sorduğunuzda, belki de psikolojik destek almanız gerektiğini nasıl anlarsınız?
Psikologların insanlara bu konuda verebileceği birkaç tüyo var. Yukarıda değinilen davranış setleri, terapiye başvuran kişinin gözlemleriyle öyle kuru kuruya karşılaştırılmaz. Terapi odası, her insanı kendiyle birlikte getirdiği dünyasıyla karşılar. O odaya giren kişi, yan yana gelen rahatsız edici beş davranışla bir bozukluk tanısı almış raporu elinde bir birey değildir. Psikologlarda ne her bozukluk için sonuç veren biyolojik testler vardır ne de belli davranış setleriyle toparlanmış bu bozukluklar için belli birer ilaç. Her şey, rahatsızlık duyulan davranışların ardındaki bütünlüklü ve karmaşık dünyada gizlidir.
Gelelim birkaç tüyoya. Bir davranışın anormal olarak değerlendirilebilmesi için göz önüne alınması makbul kimi kriterler vardır. Bunlardan biri, sıkıntı düzeyidir. Davranış, kişiye müthiş derecede sıkıntı veriyor ve kişi, onunla ya da yarattığı duygu ve düşüncelerle baş etmekte güçlük çekiyorsa burada anormallik sinyalleri yanmaya başlar. Depresyonu düşünelim. Depresyon, kişinin yaşam enerjisini alıp kişiye baş edilemez bir sıkıntı, çökkünlük, üzüntü bırakır. Kişi hiçbir şey yapmak istemez ve eskiden yaptığında keyif aldığı şeylerden de artık keyif almaz olmuştur. Okuluna ya da işine makul düzeyde bir enerjiyle gidip gelirken artık hiçbir sohbetin, hiçbir esprinin keyif vermemesi sizce de anormal değil midir?
Bir diğer kriter, kişinin işlevselliğinde bozulmalar meydana gelmesidir. Bir davranış, kişinin yaşamını sürdürmede ciddi engeller yaratıyorsa -örneğin evden çıkmadan 7 kez tüm prizleri kontrol etmek, kişinin işyerine her sabah geç kalmasıyla sonuçlanıp problemler doğuruyorsa ya da bir olay sonrası insanlara güvenmemeyi seçip ve onlardan uzaklaşma davranışı geliştiren biri, okula uzun süre gitmeyerek sınıfta kalıyorsa- o davranışın pek de normal olmayabileceği üzerine ortaklaşılabilir.
Son kriterse, toplumsal sapmadır. Yukarıda, insanın toplumsal bir varlık olduğundan ve ilişkiler yumağında yaşamını sürdürdüğünden söz edilmişti. Bir davranış, o insanın içinde bulunduğu toplumun kültürel normlarına pek ala uymayabilir. Bu, denebilir ki kişinin kendi seçimidir. Bu bağlamda normal ve anormal arasındaki ayrım, kişinin bu davranışıyla toplumdaki ilişkilerinin niteliğinde aranabilir. Kişi, kendi seçimi olan bu davranışı sürdürürken toplumla uyum içindeyse zaten bir sorun yaşanmayacaktır. Uyum içinde olması, toplumun tüm değerlerini kabul edip ona uymuş olmak değildir. Uyum içinde olmak, farklı olana sahip olurken toplumla -zarar verici bir düzeyde- çatışmamak, toplumdan soyutlanıp kopmamak, toplumu bütünlüklü algılayamama ve ona ait hissedememekle ilgili sıkıntı verici sorunlar yaşamamaktır.
Ruh sağlığınızla ilgili endişeler yaşadığınızda sıkıntınızın ne olabileceğini, nelerden kaynaklanıyor olabileceğini, bu sıkıntıyla ne düzeyde baş edip edemediğinizi, baş etmeyi denerken hangi yollara başvurduğunuzu, başarısız olduğunuzda da hangi yolların neden başarıya götürmediğini dönüp dönüp düşünmeniz, gözlemlemeniz gerekir. Bunun akabinde destek almanız gerektiğini düşünürseniz, sizi anlamak için tüm dikkatiyle yargılamadan dinleyen bir psikoloğa başvurabilirsiniz.